18 Mayıs 2012 Cuma

PONPONLU HATIRALAR...

Görünce bir kez daha eskilere döndüm.Aslında ne çok severmişim  ponponları, ne çok izi varmış evimizde rengarenk ponponlardan yapılmış yastıklarımız, babaannemin benim için ördüğü yeşil ponponlu patiklerim,lacivert berem, kardeşimin kırmızı yün elbisesinin belindeki kemer niyetine kullanılan kuşağın ucundaki ponponlar ,sarı yeleğinin etek ucundaki krem ponponlar ve en önemliside küçücük ponponların birleştirilmesiyle yapılmış turuncu banyo lifi...Zira ben kendisini oyuncak bebeklerimin yorganı olarak kullanırdım :)

Tabi şimdilerde ev dekorasyonundaki çarpıcı gelişmeler ve yeniliklerin yaşandığı, bunun yanısıra eski zamanlara  olan özlemle ona dönüşün bir araya geldiği bir dönemdeyiz.
Almanya menşeli bir firma da bunu keşfetmiş olacak ki ponponlardan kilimler, yastıklar,sandalyeler tasarlamış.Ne iyi yapmış, görünce "aaa zamanında annem bunu neden düşünemedi ki" demekten kendimi alamadım.Sizinde  ponponlu eşyalardan hatırladıklarınız var mı?
Yazının devamı için...


15 Mayıs 2012 Salı

YAKINDA

Yakında sürprizlerimizle karşınızdayız...

OSMANLI'NIN İLK FAST FOOD'U "SİMİT"


Şu sıralar baklava gibi simitimize de Yunanlılar sahip çıkmaya çalışıyor.Elefteros Tipos gazetesinin haberine göre; simitin Hazreti İsa’dan önce bilinen bir gıda maddesi olduğunu, Yunanistan-Arnavutluk sınırındaki Epir bölgesinde de simitçilerin  çok yaygın bulunduğunu ve geçen yüzyıllarda Epir’de annelerin oğullarına “İnşallah İstanbul’da simitçi olursun” diye duası ettiklerini belirtmiş.
İşte Yunanlıların prehistorik (Hikayeci Tarih) açıklamalarına karşı, Osmanlı Devletinin ilk fastfood yiyeceği sayılan simitin sadece bize ait olduğunun tarihi delilleri...
Simitin tarihi 14.yy a dayanmaktadır.Bu dönemde sarayda un depolarına "simithane", padişah fırınına ise "simit fırını" denilirdi. 1593 tarihli Üsküdar Şeriye Sicili'nde, has undan yapılmış halka biçimindeki bir çeşit ekmek "simid-i halka" olarak adlandırılmaktadır. II. Süleyman döneminden bir Mutfak Defterinde (1691), çörek ve ekmeğin yanı sıra, saraya günde 30 adet halka-i simid tahsis edildiği yazmaktadır.
Ayrıca Osmanlı padişahlarının ramazanlarda iftarda verilen yemekten sonra yollarda saf tutan askerlere simit hediye ettikleride bilinmektedir. Yani simit kültürümüzde padişah hediyesi sayılacak kadar değerli ve bir bakıma "saray"lıdır.
Hekim Bereket Türkçe el yazması tıp kitabı olan Tufet-i Mubariz adlı eserinin son kısmında Tabiat Name bölümünde yemek çeşitlerinden ve hamur işlerinden bahsederken simitten de bahsetmektedir.
Yeniçerilerin bir kolu olan “Sekban Sınıfı”na ait fırınlarda çalışmak üzere işe başlayanlara simitçi denmekte, saray fırınında “Simitçi Ustası” adı ile çalıştırılan ustalar bulunmakta idi. Görüldüğü üzere yeniçeriler simidi bolca tüketmişlerdir.
"Halka" sözcüğünün kaybolup günümüzdeki "simit" kelimesinin tek başına kullanılması oldukça uzun zaman sonra gerçekleşmiştir. İlk kez 18. Yüzyıl kaynaklarında, halka-i simid yerine sadece "simit" denildiği görülmektedir. Bu yıllarda saraylarda talep gören simit, halk arasında da epey meşhurdu.
Genellikle Safranbolu ve Kastamonuluların mesleği olan simitçiliğin, kendine özgü kuralları varmış. ’’Bilhassa Galata, Kumkapı, Samatya ve Beylerbeyi’ndeki fırınlar, imal ettikleri kaliteli simitlerle nam salmış. Bu kaliteli simitlerin hamuru un, su, süt, şeker, susam ve tuzla karıştırılıp yapılır, hamur mayalanınca parçalara ayrılıp halka biçimi verilir, daha sonra da pekmezli soğuk suya atıldıktan sonra susama batırılıp fırına verilirmiş. Eski ustalara göre, simidin kaliteli olabilmesi için piştikten sonra 22 ayar Osmanlı altını rengini alması şartmış.
Simit’in hayatımızdaki yeri sadece II. Dünya Savaşı yıllarında bir süreliğine boş kalmıştır. 2. Dünya Savaşı yıllarında unun az olması nedeni ile bir süre simit yapımı yasaklanmıştır. Kısa süreli bu yasaktan sonra un üretiminin normal düzeye çıkması ile yapımı tekrar serbest bırakılmıştır.devamı...

Gezilesi yer KULEDİBİ


Beyoğlu, içinde birçok kültürü barındıran  mistik bir yer .Öyle bir yazıyla bitirilebilecek türden değil.Gezilip görülesi pek çok yeri var bunlardan biride Kuledibi...
Tarih boyunca Rumlar, Ermeniler, Frenkler, Yahudiler ve Türkler'e ev sahipliği yapan Kuledibi, bugün kültürel mirasıyla pek çok sanatçıya ilham kaynağı oluyor.
İstiklal Caddesi'nden tünele yaklaştıkça kalabalık azalmaya, koşuşturmaların yerini de  sakinlik almaya başlıyor.Tünel meydanına sapmadan sola doğru kıvrılınca belli belirsiz müzik sesleri geliyor kulağınıza ve işte karşınızda Kuledibi. Caddeye adını veren  Galata Mevlevihanesi'nin önünde Galip Dede'nin türbesi bulunuyor. Yokuş aşağı salına salına yürürken yol boyunca çeşitli enstrümanları bulabileceğiniz dükkanlar,sahaflar,hediyelik eşya satanlar,rengarenk salaş elbiseler ve çantalar, ve zarif ama sade takılarla donatılmış dükkanların önünden geçiyorsunuz.Koleksiyoncularını cezbeden filateli tezgâhlarının, sahafların, rengârenk  Şahkapısı Sokağı'na girip ilerlerken birden bütün ihtişamıyla Galata Kulesi karşınıza çıkıyor.

Galata Kulesi, tarih içerisinde birçok farklı amaca hizmet etmiş.
14. yüzyılda Cenevizliler tarafından yaptırılan kule kentsel savunma amaçlı kullanılmış. O dönemde, şehirde yirmidört kulenin bulunduğu söylenir. Aralarında ayakta kalabilen ve anıtsal nitelikte olan tek kule Galata Kulesi. Çevrede yer yer sur ve hendek kalıntılarına da rastlamak mümkün. Osmanlı döneminde, Galata Kulesi ilk zamanlarda ,Kasımpaşa'daki Tersane-i Amire'de çalıştırılan esirlere barınak ve araç gereçler için depo olarak kullanılmış. Daha sonraları yüksekliğinden dolayı yangın kulesine dönüştürülmüş. Uzun zamandan beri de kulenin üst katları restorant olarak kullanılıyor. Artık çoğu evin terasınıda cafe yada restaurant olarak görmek mümkün...


Kuledibi sivri köşeli sokaklardan oluşuyor bu sokakların hepsi kuleye çıkıyor.Özellikle son zamanlarda yazarların, sanatçıların ve yabancıların Galata Kulesi ve çevresine bu yoğun ilginin en büyük sebeplerinden biri, Galataport projesi. . Entelektüeller ve zenginler, eski binaları alarak onarmaya başlamış. Bu sayede birkaç yıl öncesine kadar metruk ve terk edilmiş görümlü binalar restore edilmiş. Apartmanlara aileler yerleşmeye başlamış  apart oteller, kafeler açılmış.
Kuledibi semtinin kuşkusuz en keyifli yerlerinden biride Galata kulesinin hemen dibinde yer alan Gündoğan çay bahçesi.Üzüm salkımları sarkan çardağın altında yazın en sıcak günlerinde bile kule sayesinde bir gölgenin altındasınız aslında. Huzurla çayınızı yudumlarken  kuleyi izlemek ayrı bir keyif veriyor insana.Kulenin hemen altında da Ceneviz Cafe var...Uzun soluklu dost muhabbetlerine evsahipliği yapmak için halihazırda sizi bekliyor.Biraz ileride bulunan camekan sokaktan baktığınızda kule  bütün heybeti ve ihtişamıyla göz kamaştırıyor.Bu sokakta  elişi emeklerin sergilendiği dükkanlar yer alıyor.Sokaktan devam eden yol Bereketzade camiine çıkıyor. Bereketzade Ali efendi camii Galata Kulesi Dizdarlarından Bereketzade Hacı Ali Bin Hasan tarafından vakfedilmiş.Bereketzade Camiinin hemen yanıbaşında Konak pastanesi bulunuyor.Yaz için muhteşem İstanbul görünümüne bir manzarası kış ayları içinse alt katında şömineli bir bölümü var pastaları ve içeceklerine ise diyecek laf yok...
Geçmişinde pek çok farklı kültüre ev sahipliği yapan , vakar duruşunu  ve hatıralarını  bugünümüze taşıyan hala keşfedilecek biyerleri olduğuna inandığım nadide bir semttir Kuledibi..
YEŞİLSTYLE


14 Mayıs 2012 Pazartesi

MERHABA

Bu blog, www.Yeşilstyle.com adındaki,  inancını hayati değerler sayıp, bu değerlerle yaşam alanını yapılandıran hanımlara özel, kıymetli amaçları olan ve içeriğiyle sizlere değerler sunan dijital paylaşım alanının blog sayfasıdır.
www.yesilstyle.com